29 Mayıs 2012 Salı

Tarihe Düştüğüm Notlar-1

Tarihe Düştüğüm Notlar-1

Bugün 27 Mayıs Askeri Darbesinin yıldönümü.Sivil iradenin ortadan kaldırıldığı ve zalimlerin yaptıkları en büyük zulmün başlangıcı. Türk siyasi tarihine kara leke olarak kaydedilen yıllar. Darbe yapıp anayasayı rafa kaldıranların idam edecekleri isimleri baştan belirleyerek şahısları anayasayı ihlal etmekle suçladıkları aklı olmayanların bile kabul edemeyeceği saçmalıklar tarihini yazmaları. Bu darbeyi yapanlar bu millete en büyük kötülüğü yapmışlardır. Bu darbeye karşı durmayarak canlarını kurtaran siyasilerse sonraki otuz yılda ölecek olan binlerce insanın katili haline geldiler.Bu bağlamda 27 Mayıs ayak takımının yönetimi ele geçirmesidir ki bu çapulcular esasında gölgelerinden korkan yabanlar kadar da korkaktırlar. Siyasi tarihimizdeki en büyük yalanlar bu zamanda söylenmiştir. O dönemin hamen akabinde şu dövizi taşıyan birkaç iradesiz bayana rastlarsınız. İstediğimiz hürriyetti, ordumuz hediye etti. Cahildiler ve bir bedele mükabil pan kart açıyorlardı. Fazlasını ödeyen için de açacakları dövizleri vardı.

Milletin parasıyla okuyanlar yine milletin iradesiyle seçtiği seçilmişleri “siz bu milleti yönetemiyorsunuz” diyerek alaşağı etmiş ve milletin yüzüne tükürürcesine milleti aşağılamışlardır.
Başta İnönü olmak üzere o dönemde bu demokrasi katillerine kucak açan tüm siyasileri kınıyorum.
Üç demokrasi şehidimize Allah’tan rahmet diliyoruz…
Yine bugün son devrin alimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’ın vefatının 70 nci yıldönümü…
Ruhu şad olsun…


Bekir Kale Ahıskalı
Tarihe Düştüğüm Notlar-1

Vicdanları varsa

Ado (Adnan Menderes) asılacak kadar ne yaptı, Apo (Abdullah Öcalan) asılmayacak kadar ne yaptı. Onu asanların veya ötekini asmayanların vicdanları rahat mı?

Bakir Kale Ahıskalı
Sözün Özü-500

8 Mayıs 2012 Salı

Aşkın Şehidi Şems-i Tebrizi -Gezilerimizden Notlar-7


Aşkın Şehidi Şems-i Tebrizi - Gezilerimizden Notlar-7)

Konya'ya bu amaçla ilk gelişim. Önce kalacak bir otel arıyoruz. Özkaymak firmasına ait dört yıldızlı bir otele yerleşiyoruz. Uzun olmasa da beş saatlik yolculuk bizi yormuş. Yığılıp kalıyoruz. Niyetimiz sabah erkenden kalkıp şehri dolaşmak. Sabah kahvaltısı için indiğimizde bizi çok güzel bir kahvaltının beklediğini anladık. Çoktan seçmeli menüsüyle göz kamaştıran bir dizayn içinde hem kahvaltımızı yaptık hem de gazetelerimizi okuduk. Eşyalarımızı alarak otelden ayrıldık. İlk durağımız Şemsi Tebrizi'nin kabrini ziyaret etmek oldu. Caminin içine girdiğimizde omuzlarımıza ağırlık çöküyordu. Sanki Şemsi Tebrizi'yi ben şehit etmiş ve yaklaşık 900 yıl sonra nedamet duyuyormuşçasına eziklik hissederek huzurunda boynum bükük duruyordum. Ya da sanki O bize emanet edilmişte biz emanet misafirimize sahip çıkamamışçasına mahcubiyet hissediyordum. İçimden hüngür hüngür ağlamak geliyordu. Huzurdan çıktığımda benim içimden gelen şeyin eşimin gözlerinden geldiğini gördüm. O ki her zaman benden daha rikkat sahibi ve daha merhametlidir. Ben aşkın şehidinE üzülüyordum eşim ise ağlıyordu. Dualar ettikten  sonra adetimiz olduğu üzere hediyelik eşyalar alarak Mevlana'nın kabrine doğru yürümeye başlıyoruz. Bu şehirde dikkatmizi çeken Karatay Belediyesi'nin çok iyi çalıştığı heryerin çok temiz olduğu ve heryerin otopark haline getirilmiş olması.

Mevlana'nın kabrine doğru giden yol üzerinde Konya'da ticaretin ne kadar gelişmiş olduğunu daha iyi anlıyoruz. Yerli ve yabancı kafileler gruplar halinde akın ediyorlar. Biletimizi alarak müzeyi ve kabri ziyarete etmek üzere içeriye giriyoruz. Burada ödediğimiz kişi başı 3 lira rakamı ve içerideki temizlik ve çalışmaları görünce Erzurum Kalesi'ni ziyaret ederken ödediğimiz rakamın yapılanlara mukabil ne kadar pahalı olduğunu anlıyorum. Zira orada hiçbir hizmet olmamasına karşı bir ücret alınıyor ve sizin ödediğiniz paranın neyin karşılığı olduğunu anlayamıyorsunuz.

Eşim Sille denilen bir yerden bahsediyor. Alaaddin diye anılan tarihi mekanı ararken  tabelaları takip ederek Sille'ye doğru yol alıyoruz. Yaklaşık 5 km sonra Sille denilen yere geliyoruz. Tabelada Şehir Atolyeleri yazıyor ama ben atelye tarzı binalar göremiyorum. Beklediğimizi bulamamış olmanın burukluğuyla geriye dönüyoruz.

Şehirde Anadolu Selçukluları'nın izleri hakim. Alaaddin Tepesi'ne çıkınca şehri daha iyi görüyorsunuz. Tepenin tam başına yaptırılan camiyi enine boyuna adımlama gereği duydum. Eni 100 adım boyu ise 25 adım olarak yapılan bu cami Selçuklu mimarisiyle yapılmış. Avlusunda ise mezarlar bulunuyor. Tepenin yamacında tarihi kazıntılar yapılıyor. Tepeden baktığımızda günün eylemcilerinin gürültüsüyle örtüşen kalabalıkla birlikte çok yüksek diyebileceğim sesler duyuyoruz. 1 mayıs işçi bayramının en olaysız kutlandığı zaman bu zaman olsa gerek. Konya'ya geldiğimizden bu yana hemen her ziyaret ettiğimiz yerde gördüğümüz genç sevgililer burada da karşımıza çıkınca kendileriyle tanışmak için yanlarına gidiyoruz. Birisi Trabzon'lu erkek diğeri ise Afganistan göçmeni ama istanbul'da yaşayan  ikisi de Ankara'da Gazi Üniversitesi'nde okuyan ganç aşıklar. Kısa sohbetten sonra Meram Bağlarına gitme kararı alıyoruz.

Tabelaları takip ederek Meram Bağları'na doğru gidiyoruz. Düz ve etrafı ağaçlarla kaplı bir yol. Evet burası gerçekten bağlardan oluşuyor. Yolda Ateşbaz Veli yazan tabelayı görünce eşim Mevlana'nın ahçıbaşı olan zat olduğundan bahsediyor. Dönüşte ziyaret etme kararı alıyoruz. Meram bağları'na vardığımızda Doğu Karadeniz'i andıran bir bitki örtüsüne hakim olduğunu görüyoruz. Alaaddin Tepesinde karşılaştığımız gençler burada da karşımıza çıkıyorlar. Beraberce oturup çay içiyoruz. Yaklaşık bir saatlik bir sohbetin ardından vedalaşarak ayrılıyoruz. Meram Bağları'ndan ayrılırken Ateşbaz Veli'nin türbesibi ziyaret ediyoruz. Bir bahçe içerisinde tehna bir yerde unutulmuş bir türbe...

Son türbe ziyaretimizle birlikte Konya'nın meşhur etli ekmeğini yemeden gidilmeyeceği kararını alıyoruz. Konya'da gördüğüm o ki burada yerel yönetimler çok iyi hizmet ediyorlar. Temiz bir şehirde dolaşmak, manevi havayı solumak ziyaretimizi daha da tatmin edici yapıyor. Önce şehirleri bir örümcek ağı gibi saran AVM'lerden birine uğruyoruz. Bizim en gergin olduğumuz yerlerden birisi de buralardır. Henüz zamanının gelmediğini düşündüğüm alışverişler beni soğuk yaparken raf ve tezgahlardan üzerimize atlayacak gibi duran ürün ve kıyafetler eşimin en zayıf zamanı olarak karşıma dikiliyorlar. Aynı şeyleri beğeniyor, aynı şeyleri arzuluyor ve aynı şeylerin gerekliliğine inanıyoruz ama sadece sahip olmamız gereken zaman konusunda farklı düşünüyoruz. AVM den ayrılıp Ankara istikametine doğru yol alırken gördüğüm bir halk pazarına uğramak istiyorum. Eşimle birlikte bir baştan diğer başa dolaşıyoruz. Eşim bir kaç parça birşeyler alıyor ve oradan da ayrılıyoruz.

Cadde üzerinde rastladığımız Etli Ekmek tabelasının yanında duruyor ve içeriye giriyoruz. Buralara kadar gelip de bu tatları tatmamak olmaz. Etli ekmeğimizi yiyor ve çayımızı içip kalkıyoruz.
Bu şehirden ayrılmanın zamanı geldi artık. Gittiğimiz her şehirde olduğu gibi hatıra eşyalar alıyoruz. Eşimin en çok mutlu olduğu şey dolap kapaklarına yapıştırılan ve o şehrin figür ve değerlerinden oluşan mıknatıslı minyatürlerden bir kaçını daha almış bulunmaktayız. Evimizin bir köşesini otantik hale getirmemiz için toprak testi, birkaç bakır cezye ve maşrapa  aldığımızı da belirtmeliyim.
Eşim planlı gezilerden yana olsa da ben uzun uzun planlamaların ziyaretleri kalıplaştırdığını düşünüyorum. Bakalım bir sonraki gezimiz ne yöne ve ne zaman olacak...

Bekir Kale Ahıskalı
Gezilerimizden Nortlar-7

28 Nisan 2012 Cumartesi

Şeyh Kara Mustafa Türbesi-Çankırı (Gezilerimizden Notlar-6)


Şeyh Kara Mustafa Türbesi-Çankırı (Gezilerimizden Notlar-6)

Bu gün 28 Nisan 20012. Eşimle kendi aramızda gelenekselleştirdiğimiz hafta sonları çevre il ziyaretlerinden birini daha gerçekleştiriyoruz. Kırıkkale-Çankırı arası yaklaşık olarak 100 km'lik bir mesafe. İçimizde az da olsa sıcak havalar sıkıntısı olsa da ben çevreyi inceleyen bakışlarla araba kullanırken eşim bir yandan benimle sohbet ediyor diğer yandan da bulmaca çözmeye çalışıyor. Yolumuz üzerinde Kırıkkale'nin Kalecik ilçesi var önce oradan geçiyoruz. Bana göre Kırıkkale'nin en güzel ilçesi Kalecik.  Üzüm bağları ve iyice işlenmiş bahçelerin içerisinden geçen yoldan süzülüp gidiyoruz.

Anadolu'nun sıcak ve doğal insanları işlerinin başında toprağa emeklerini katıyorlar. Gördüğüm güzel manzaralar için eşimden resimler çekmesini rica ediyorum. Gözlerim yol kenarında bir çeşme arıyor. Bu yolların en güzel taraflarından birisi de bu. Anadolu insanı amma inancından amma da ihtiyacından yol kenarlarına çeşmeler yaptırmış. Çankırı'ya iyice yaklaştığımızda Şeyh Kara Mustafa Türbesi yazan bir levha gözüme takılıyor. Bir an bile tereddüt etmeden yolumu sağa kırarak türbeyi ziyaret etmek istiyorum. Ana yola 1 km'lik bir mesafede küçük bir tepede meftun bir zat-ı şahane. Çankırı Belediyesi az bir gayretle bir şeyler yapmaya çalışmış. Arabamızla taş bir yoldan tepeye çıkmaya başlıyoruz. Tam tepede etrafı çevrilmiş baş taşları mermerden yapılmış yaklaşık 1000 yıllık bir türbe... Yanında türbeyle yekpare bir halde küçük bir mescit yapmışlar. Aynı alanda akan iki çeşme var. İnsanların abdest alıp namaz kılacakları düşünülmüş olmalı... Baharı mevsiminde yaratıcının kudret eli toprağa dokununca mezarın etrafında ki tek iğde ağacı da yemyeşil, çamlar da... İkide güzel kokan gül var. Lilaya çalan renkleriyle baharı müjdeliyorlar. Duamızı edip aşağıya iniyorum. Tepenin tan dibinde iki ayrı tuvalet inşa edilmiş ve enteresan olanı içlerinde su tesisat düzeneği olmasına rağmen çeşmeleri yok. Yanıbaşında olan köy muhtarı bu kadarını da yapmaktan aciz olamaz diyeceğim ama biliyorum ki kötü niyetli ziyaretçiler söküp götürmüş de olabilirler.



Yeniden ana yola çıkıp Çankırı'ya doğru ilerliyoruz. Ben ve eşimin Çankırı'yı ilk ziyaretimiz olacak. Eşimin yıllar öncesinden tanıdığı kaderin bir şekilde buralara savurduğu arkadaşlarını da görme arzusu  var. Planlanmamış bir gezinin bize bırakacağı tek şey görebildiğimiz ve gezebildiğimiz kadarından zevk almak olacak. Şehrin girişine üç sütun üzerine atılmış bir kemer koymuşlar. Daha önce demiryollarıyla pek seyahat etmemiş birisi olarak bu şehirden geçen demiryolunu ilk kez görüyoruz. Şehrin girişi pek yerleşik gözükmüyor. İlk önce Çankırı Kalesi'ni ziyaret etmek istiyoruz. Şehrin büyükçe bir mezarlığı var. Birkaç kapısı olduğundan her kapıya bir isim vermişler.  Kaleye gidecek bir yol ararken yanlış sokağa girdiğimizde şehrin gerçek sahipleri olan insanlara rastlıyoruz. Dar sokaklar, hizmetten uzak görünümleriyle karşımıza çıkıyorlar.  Yanlış yola girdiğimizi anlayıp geriye dönüyoruz. Şehrin göbeğine konulan hipermarketin önüne park ederek içeriye giriyoruz. Oysa bu tür AVM lerin kesinlikle şehir merkezinden uzak bir yerlerde inşa edilmeleri gerektiğini okumuştum. Tamamen tüketim psikolojisine sahip ve tükettikçe mutlu olan simaların dolaştığı işyerlerinin önünden geçerek en üst kata çıkıyoruz. Öğlen ezanı okunalı fazla olmadı. Öğlen namazlarını eda ettikten sonra biz de o insanların arasında yerimizi alıyoruz. Çalan telefon bizi o ortamdan az da olsa uzaklaştırıyor. Eşimin arkadaşlarından biri arıyor. Kısa bir konuşmanın ardından çok kısa zamanda yanımızda oluyor. Eşimin arkadaşını görünce yüzünde oluşan mutluluk ifadesi bu gezimizin benim açımdan amacına ulaştığının belirtisi oluyor.  Planlamadığımız ama bize karşılaması itibariyle çok güzel bir eve misafir oluyoruz. Uzayıp giden binalara inat müstakil bir ev  ve yemyeşil bir bahçe. Şehrin göbeğinde bu haliyle kalabilmesi için ayrı bir mücadele gerektiren durum. Sonrasında hoş muhabbetlerin olduğu, anıların paylaşıldığı sıcak ev yapımı yemekler...


Arkadaşımızın dünya tatlısı, uykudan daha sessiz ve uyuyandan daha teslimiyet içindeki kızı Zeynep Nisa ile eğleniyoruz. O da bizim gibi akşam gelecek yolcuyu bekliyor. Konuşabilse babasını beklerken dolup dolup boşaldığını anlatacak ama yaşı konuşmak için erken. Murat Bey ile ilk kez tanışacağız. Ortak noktalarımızın olduğunu duymak beni daha da heyecanlandırdı. Balık tutmak sadece bir eğlence değil bir terapi yöntemidir diye düşünenlerden birisi de o... Derken yolcumuz geliyor. Sıcak güler yüzlü bir ev sahibini bekliyormuşum meğer. Tanıştık, kaynaştık ve konuştuk. İyi bir arkadaş daha edinmiş oldum. Çamlarla örtülü serin ve bahçeye bakan balkonda sohbetlerle çay içtikten sonra yola çıkma kararı alıyoruz. Yaklaşık bir saatlik yoldan sonra evimize varıyoruz. Damaklarımızda ve belleklerimizde hoş bir haz bırakan bu gezi ikimizi de tatmin etmiş durumda. Yurdumu yeniden keşfeder gibiyim.



Bekir Kale Ahıskalı
Gezilerimizden Notlar-6
28 Nisan 2012

22 Nisan 2012 Pazar

Hüzünlü





Hüzünlü

Hüzünlü baktığın aynalardan
Gözlerime cam kırıkları dökülür
Yüzünde bir tebessüm solsa
Ümitlerime salalar okunur

Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-35

17 Nisan 2012 Salı

Suyunuza hükmetmeye geldim





Suyunuza hükmetmeye geldim

Alevden bir gergef gibiydi bakışların. Gözlerinden yükselen bir cazibe akıyordu. Kirpiklerin yüzüme gül yağdırırken, saçlarımdan Palandöken rüzgarları geçiyordu. İçinde yangınlar barındıran solukların vardı senin. Ellerim mevsimlerinde dolaşıyorlardı.

Boğazını çevreleyen zincir, koynuna sığınan kolye kadar bahtiyarım artık. Aynalar artık boş ve dalgın kalmayacaklar. Kalplerimizin mehtabı düşecek onlara. Soluklarım geldi diye rüzgarlar kendi dağlarına dönecekler. Bundan böyle hepsi de doğurgan olacaklar, hiç bir döngü kısır kalmayacak.

Toparlanın ey Yusuf'un içine atıldığı kuyu kadar derin arzular!

Suyunuza hükmetmeye geldim.


Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki olacaksın-2
23 Ağustos 2011

Şamhi'de bir akşamüstü



25 Ağustos 2011


Şamhi'de bir akşamüstü

Bir akşamüstü
Şamhi'de görmüşler gözlerimi
İçinde su yangınları
Buyurgan gözlerine el pençe
Bir secde düşkünü başım dik
Dudaklarım varlığınnı şükründe

Bir akşamüstü
Şamhi'de görmüşler gözlerimi
Papatya parmaklı ellerinde
Tas tas su içerken
İkimizde
Yeni söktüğümüz aşk alfabesinde
İki harf olmuşuz yanyana
Sen Elif
Ben Be
Te-rlemiş düşlerimiz
Se-vinçlerimiz çelikten
Cim-rileşmiş ayrılıklar
Ha-yat vermiş vuslatlara

Bir akşam üstü
Şamhi de görmüşler gözlerimi
Vuslata bir elif miktarı uzakmışız


Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki olacaksın-4
25 Ağustos 2011